hayat ve müzik

Kendi kendime hayat ve müzik üzerine konuşuyorum. Allah sonumu hayretsin.

Perşembe, Mart 30, 2006

Tekrar Nanik Oldum!


Uzun zamandır ilgilenemiyorum blog'umla. Neyse şöyle gelişmeler oldu hayatımda. Keyifli ve bir o kadar da sorumluluk yükleyici şeyler bunlar. Hayır hayır evlenmedim :) (Henüz) Salak bir nedenle ayrıldığım sevgili grubum canım cicim herşeyim Nanik Atak'a tekrar döndüm. Gruptan çok sevgili arkadaşlarımdan-abim sayılır- birisiyle askerden dönen bir adamın üstüne gidilir mi gidilmez mi konusu çevresinde tartışmış ve küsme gibi bir takım faliyetler takınmıştık. Benim kimseyle küs kalamama alışkanlığım yüzünden bir özür dilemem ile zaten bu işi bekleyen diğer tarafında aynı şekilde tepki vermesiyle hem grubun selameti açısından güzel ir gelişme oldu hem de benim dünyada küs olduğum insan sayısı tekrar sıfıra indi. Neyse SALI günü Stüdyo 18 de -her hafta olduğu gibi- güzel bir çalışmayla tekrar bir Nanik olduğumu hissettim. Kaldığımız yerden devam edem geyik muhabbetleri ve iki birayla sarhoş oluşum Nanik'liğimi perçinledi. İşte vaziyetler böyle TAŞODA ile olan bağlantılarımız ve bizden yapmamız gereken demo'ya şekil vermemiz açısından hızla çalışmalara başladık. Bakalım ilerleyen günler neler gösterecek.

Salı, Mart 21, 2006

Vücut Atar Onu!

Bir kaç gündür hem işlerimin yoğunluğundan hem de statü krizine girmiş olmam nedeniyle ne bir iki kelime yazmak ne de herhangi bir etkinliğe dahil olmak gelmediiçimden. Bugün itibariyle yine sermayenin köpeği olduğumu kabullendim ve bir kaçsatır yazmaya karar verdim. Karar verdim vermesine ama bir şeyler yazmaya kararverdim sadece. Ne yazacağımı hala bilmiyorum. Dün iş çıkışı Zincirlikuyu danBeşiktaş'a mp3 player eşliğinde yürüyünce kendime geldim biraz sinirlerim yatıştı.Saçma sapan şeylerle doldurmuşum mp3 playerı. Şarkıların yarısını dinlemeden cartcart geçtim. Aslında canım sert birşeyler dinlemek istiyordu ama dediğim gibiyanımda ki repertuarda benim bu isteğimi karşılayacak hiç bir şey yoktu. Biraz SEALbir parça PRINCE dinledim bugün eve gidince bunun gibi acil durumlar için dinlemekistediğim bir parça yükleyeceğim. İlk aldığım albüm olan DEF LEPPARD - ADRENALIZE'ıatacağım mp3 playera. Onu dinledikçe çocukluğum aklıma geliyor. Geçici mutlulukhasıl oluyor bünyemde ama her zamanki gibi vücut atıyor sonuçta onu da. Kalıyorumbir başıma poröz ruhumla. (Poröz: Delikli felan demek herhalde)

Perşembe, Mart 16, 2006

Kahramanım Benim

Tebeşirle önlüğümün arkasına 9 numaralı forma yaparak Van Basten yazdığım, mahallede her top ayağıma geldiğinde "Van Basten topla buluştu, karşısında Kuznetsov var. Ona şık bir çalım atıyor, Dassaev kalesinde dikkatli! aaancaaaak topu ancak ağlarda görebiliyor...Gooooooool" şeklinde avaz avaz bağırarak maç anlattığım bir yandan da anlattığım maçı oynadığım zamanlar çok geride kaldı. Ancak o adamı ve 80-90'lı yılların futboluna imza atmış isimleri duyduğumda hala o coşkuyu aynı şekilde yaşıyorum. Dün STAR TV de öyle bir maç vardı işte. AC Milan'ın efsanevi oyuncusu Demetrio (DEME) Albertini'nin jübilesi vardı. O maçta Stoichkov, Van Basten, Gullit, Rijkard ve diğerleri vardı. Ancak ben televizyonu açtığımda malesef ilk yarı bitmişti ve günümüzün yetiştiriği endüstriyel futbol yıldızları sahaya çoktan sürülmüştü. Neyse işte sahada 45 dakikalığına da olsa beni çocukluğuma götürebilecek ve gerçek yıldızları bizlere tekrar sunacak bir maç vardı fakat ben bu maçı kaçırdım :(



Daha sonra haberlerde 42 yaşındaki Van Basten'in attığı uçan kafayı ve Albertini'nin frikikten attığı muhteşem golleri gördüm. Bu görüntüler ağzıma bir parmakta olsa bal çalmaya yetti. Az da olsa beni kesti. İlla ki bir şarkıya bağlamak gerekirse olan biteni "We are the champions" derim ne diyeyim başka :)

Ah be ne günlerdi onlar...

Herşeye Rağmen

Sakarya da askerken dinlediğim müziklerden vs den bahsetmiştim. Onları yazarken atladığım bir şeyi; sevdiğim bi arkadaşımın (sevmediklerim de var) "ulan ne acıklı şeyler yazmışsın" demesi ile hatırladım. Geçen sene doğumgünümü de askerde kutladım. O günlerin çoğunu her gün birbirinden kötü şeyleri kötü bir şekilde çalan kolonlardan en azından doğumgünümde istediğim bir şeyler çalsın diyerek geçirdim. Ama sonra vazgeçtim, orda bir sabahta benim istediğim şey çalsa ne olacaktı ki?

Neyse bir gün hakikaten çok değişik (her zaman çalanlara göre) bir melodiyle uyandım. Cumartesi olduğundan eminim çünkü yatağımı her zamankinden daha şahane ve kefiyli bir şekilde topluyordum. Çarşafın her köşesini ranzanın bilumum demir aksamına daha bi şevkle sokuyor nöbetçi subayın yatak, dolap vs teftişlerinden başımın ağrımaması için daha bir dikkatli davranıyordum. Çıkacağım çarşı izninin hayalini kuruyordum. (Sinema ve maillere bakılır güzel yemek yenir sonra yine geri dönülür. Daha ne olsun ki) Bir anda farkına varmıştım şarkının ilk nakaratından itibaren dilimi dolandığının.

Şarkının sözleri aşağıdaki gibiydi yanılmıyorsam;

Ben iyiyim, herşeye rağmen
Çünkü o taaa derinden öptü kalbimi, iyileştim ben...

Neyse bu şarkı dilime dolandı. Ayrıca radyoyu zırt pırt değiştiren bir Türk Askeri olaya müdahele etmemiş bende bu sayede şarkıyı sonuna kadar dinleme lüksüne sahip olmuştum.



Şarkı bütün gün dilimden düşmedi. Üstelik kimin söylediğini bile bilmiyordum. Fatih Erdemci'den şüphelenmiştim. Ayrıca bir adam daha aklıma geliyordu ama ismini hatırlayamıyordum. Neredeyse insan nüfusunun yarısında olan bir şeyi hatırlayamama durumunda krize girme durumu bende de olduğu için ısrarla bir kaç kişiye hatırlamaya çalıştığım adamı tarif edip medet umdum. Ama kimseyle aynı dilde konuşmuyorduk. Sonunda geçenlerde klibini gördüğüm şarkı hem merakımı giderdi hem de biraz canımı sıktı. Merakımı giderdi çünkü Ümit Sayın söylüyormuş şarkıyı, canımı sıktı çünkü tahmin edilebileceği gibi o günleri hatırlattığı için değil şarkının temposunun, akorlarının, melodisinin Simply Red'den araklandığı yetmiyormuş gibi bir de bu araklığı tüm dünyaya yaymak istermiş gibi klibini de Stars gibi çekmiş olmalarıydı. Daha fazla üstünde durmadım şarkının. Sıkıldım yine, yeniden...

Salı, Mart 14, 2006

Nanik Atak Konseri

Dün işe gelirken Üsküdar'da benimle aynı yerde askerlik yapan iki tane elemanı gördüm uzaktan. Hiç uğraşmadım ne selam ne sabahla. Sevmediğimden değil de uğraşamıcam onlarla. Bi saat çavuşum ne yapıyon ne ediyon muhabbeti edecekler sabahın köründe. Nasıl anlatayım onlara monoton bir hayat yaşadığımı, yaşamak istediğim hayatın bu olmadığını ama bütün bunlara rağmen nasıl bir hayat yaşamak istediğimi de bilmediğimi...Neyse motora kıvrak hareketlerle binerek onlarında beni görmemiş olduklarını varsayarak işime gitmek üzere yoluma koyuldum uykulu gözlerle.

Motorda aklıma askerdeyken dinlediğim müzikler geldi ve o günlerin zorluğunu bir kez daha yaşadım. Bizim ordaki komutanlar birer iyilik meleği olduğu için koğuşa dev hoparlörler koymaya izin vermişlerdi. Sabah saat 5:30 da uyanmamız için son ses müzik çaldırıyorlardı. Konulan bu kolonlar en adi markaya sahip olduğu için yüksek ses açılınca sonsuz bir cızırtı ve vibrasyonu da beraberinde getiriyordu. Ama beni bu konuyla ilgili olarak şok eden kolonlardan ve ortamdan ziyade çalan müziklerdi. Yurdum insanları ile sabah Ferdi Tayfur vb müzikler eşliğinde uyandırılmayı beklerken, en son çıkan disco parçaları ile uyandım 5 ay boyunca. Bu disco parçalarında bağırarak ve şarkı sözleri hakkında en ufak bir tahmini olmayan asker arkadaşlarımla beraber uyanmak benim için çok ama çok acı veriyordu. Aslında dışarıda bir yerde böyle bir görüntü dünyanın en komik ve keyifli şeyi olabilirdi ama bulunduğum yer ve özgürlük denen yegane değerli varlıktan yoksun olmam nedeniyle bunlar hiç de komik gelmiyordu.

Suratıma 10 cm mesafeden başta bütün sülalem olmak üzere bana küfreden ve beni bu şekilde eğitme amacı güden komutanlarım ve binbir türlü zorluğunun yanında çok güzel günlerdi diyeceğimi sanan varsa yanılıyor :) Her saniyesi için hayatımdan ve kişiliğimden çok büyük şeyler kaybettiğimi düşündüğüm bir dönemdi.

Nanik Atak' ın sitesinin bir iki gün için gelmemesi nedeniyle google da bir search yaptım ve ben askere giderken siteye koydukları asker resmimi gördüm. Hakikaten bir resim insanın içinde bulunduğu durumu bu kadar güzel özetleyebilir. Resmin büyük hali gelmediği için kopyalayamadığım resmi buraya da koyamadım dolayısıyla. Nanik Atak’dan ayrılmam
nedeniyle orada da bulamadım resmimi. Bu arada çok sayın ve efendi bir grup olan Nanik Atak, Neakhora Cafe Yeniköyde akustik bir konser veriyor. Bende gidip izlemeyi düşünüyorum açıkçası ama gitmesen daha iyi olur diyor içimden bir ses :) Kesinlikle keyifli olacağından eminim. Biraz Nanik Atak hakkında konuşmak istiyorum. Böyle bir grubun Türkiye'de
daha önce bu formatta güzel müzik yaptığını görmedim. Her biri eski Hard-Rock çı olan 4 arkadaşın oluşturduğu Nanik Atak zamanında çok şiddetli ve sert müzik dinleyen insanların yaşlarının da ilerlemesi ve müziğe olan hakimiyetlerinin artması ile ne kadar güzel müzik yapılabileceğinin bir örneği. Uygar'ın bin kere akor değiştiren ama şaşırtıcı bir şekilde akıcı ve derli toplu olan kendine has parçaları, tolga ve bugi'nin düzenlemelere olan ve Uygar'ı tamamlayan katkıları ve back vokalleri, özellikle Font'un derin armoni bilgisi ile yoğurulan parçalar gerçekten Rock müziğe yeni bir soluk getirecek cinsten. Umarım istediklere yerlere gelirler. Şu anda Türkiye'de kendine özgü Rock Müzik yapan ender gruplardan biri. Siteye koydukları zor koşullarda ve kısıtlı imkanlarla yapılan kayıtlara bakarak yorum yapmayın derim. Herşeyi yerli yerinde bir grup Nanik Atak.


Bu arada Nanik Atak'ın website'sinde gezerken yapılan yorumlardan birinde Gür Akad adını gördüm ve çok şaşırdım. Şaşırmamın nedeni ismi değil yazdığı yorumdu. Kendisini çok yukarda görüyor ki sadece "çok çalışmanız lazım" yorumu ile yetinmiş. O kadar büyük ve kompleksiz bir insan olsaydı (bence) oraya bir kaç motive edici cümle içinde arkadaşlar bana kalırsa bu iş için biraz mesai harcamalısınız felan tadında birşeyler yazabilirdi. Neyse bende kendisi eleştirmek istedim. Shaft'da dinledim bir kaç kere BB King'den Thrill is Gone'ı Kramer (yoksa Charvel miydi? ) gibi sert bir gitar ve bir o kadar sert distortionla çalan bir insanın o parçayı katlettiğini düşünüyorum. Onun dışında Toto coverı yapmaya çalışıp pek de başarılı olamadığını gördüm grubunun. Ama bunların dışında sert şarkıları çalmak konusunda iyi olduğunu söylemekten de kaçamayacağım.

Pazartesi, Mart 13, 2006

Bana Plan Deme!


Bir saçma sapan doğumgününü daha geride bıraktık. Aslında planda shaft'a gitmek vardı ama benim üşengeçliğimden bu plan da
suya düştü. Gerçi aksilikler peşimi bırakmadı doğumgünümde. Önce bozulmuş olan elektrik süpürgesini tamir ettirmek için
herbiri birbirinden amatör olan elektrik-elektronikçilerle sonu olmayan kısır muhabbetler yaşadım. Hasanpaşa,Acıbadem
civarında ki bütün elektrikçilerle konuştum. Neyse fazla bahsetmicem sıkıldım çünkü. Yaptırdık işte bi şekilde makinayı.
İçine 20 YTL sıkışmış. Ondan sonra da ADSL de sorun çıktı evde. Acil bir mail atmam gerekiyordu onu da atamadım bir türlü.
Neyse ablamlara gidip onlardan atmayı planladım. Onlara giderken yolda bir güzel ıslandık. Bir saatte onlarda uğraştık maili
atmak için sonunda attık. Deli gibi acıktım. Yemek söylemeye karar verdik ama bir türlü ne söyleyeceğimize karar veremedik. En son benim gözlerim
kararmak üzereyken "tamam pizza söyleyin" dediğimi hatırlıyorum. Çok renkli geçen doğumgünümü daha da renklendirmek için
ablamların aldığı 4 DVD den birini seçip film izlemeyi planladık. Ama DVD lerin hepsinin biribirinden sorunlu olması bizi bu
etkinlikten de uzaklaştırdı. Son olarak ablamın bari sinemaya gidelim çok sönük geçiyor doğumgünün demesiyle kendimizi
nautilus da bulduk. Jim Carrey'in Dick ve Jane isimli filmine gittik, güldük, eğlendik. Çerez gibi bi filmdi afedersiniz. Sinemadan çıkınca lobi de beklerken Lenny Kravitz "Stand By My Woman" çalıyordu. Bu kadar sönük geçen gecenin finalinde Lenny
dinlemek gerçekten şaşırtıcı ve bi o kadar güzeldi.
Lenny Kravitz in albümleri her zaman için başucu albümü olmuştur benim için. CD playera bir kere koydum mu aynı albümü
sıkılmadan sonsuza dek dinleyebilirim. İşin ilginç yanlarından biri de herifin çoğu albümünde gitar, bass, piyano vs
enstrümanların çoğunun kendisinin çalması. Adam da bizim gibi davulcu ve klavyeci bulamadı herhalde uzun süre sonra da
"abicim sizin çalcağınız kadar ben de çalarım" dedi olaya girişti. Düzenlemeleri ayrı bir alem Lenny'nin. Back vocal'leri çok
çeşitli melodilerle süslerken altyapı oldukça zengin tutuyor. İzlediğim konser DVD'lerine dayanarak canlı performansının da
inanılmaz olduğunu söyleyebilirim. Bana kalırsa en bana albümü "Are You Gonna Go My Way" dir. Dinlemedeyseniz alın edinin
dinleyin. Albüme ismini veren parçanın (bu cümleyi hep kullanmak istemişimdir) dışında Believe, Heaven Help, Black Girl gibi
benim için ayrı bir yeri olan şarkılarda bu albümde yer alır.
Bir ara barda çaldığım zamanlarda "5" albümünden "it's your life"ı çalmıştık. Çalması bu kadar zevkli olan çok az parça vardır.

Çalmaktan zevk aldığım 5 parçayı da yazdım aşağıya buyrun okuyun :)

1- SRV - Superstitous (umarım böyle yazılıyordur)
2- Peter Gabriel - Sledgehammer
3- Lenny Kravitz - it's your life
4- Toto - Georgy Porgy
5- Kool & The Gang - Get Down on it

Oldu olacak çalmaktan nefret ettiğim 5 parçayı da yazayım tam olsun
1- Guns N Roses - Knockin' On A Heavens....
2- Smokie - Alice
3- REM - Losing My Religion
4- Ben E King - Stand By Me
5- Hendrix - Hey Joe

Yazdıklarımı okuyunca iki şey farkettim. Birincisi daldan dala atlayarak yazdığım. ikincisi ise yazının içinde 2000 kere
felan plan kelimesini kullanmış olduğum.

Madem ki planı bu kadar kullandım o zaman çalmayı planladığım 5 parçayı da yazayım tam olsun anasını satayım.
1- Michael Jackson - Liberian Girl
2- ABBA - Dancing Queen
3- Seal - Crazy
4- America - Sister Golden Hair
5- Paul Gilbert - I am Satan

Bu arada Pazar günü kalkıp Font'a gitmeye üşendim. Bu akşam gidip ANTALYA isimli parçamızın bass larını çalıp yalandan
vokallerini yapmayı düşünüyorum. Bakalım yapabilecek miyim?

Cuma, Mart 10, 2006

Hep eskileri dinliyorum :(


Toto'nun yeni albümünün şarkıları bir bir elime düşmeye başladı. Steve Lukather'a attığım maile "organizatörler yüzünden" şeklinde cevap vermişti. İstanbul'a gelmemelerinin nedeni buymuş. Madem siz istanbul'a gelmiyorsunuz o zaman ben sizin yanınıza gelirim dememi bekledi herhalde Luke. Hiç de onu yapmaya niyetim yok gelin burda açıkhava da efendi gibi Rosanna çalın bende kendimden geçeyim. Neyse onlar Türkiye'ye gelene kadar bende netten indireceğim albümlerini. Zaten orjinalini almak için gezmediğim yer kalmadı, henüz hiç bir yere gelmemiş albüm. Kim dinlesin bu ülke de Toto'yu :) Toto argoda popo demek zaten bizde.
Albümün hepsi elime geçince adam gibi bir albüm kritiği yazacam. Gerçi bize mi kalmış bu adamları eleştirmek. Neyse işte bu arada "Let it Go" diye bir parça var ki tam bir Toto klasiği. Ama yeni aldıkları klavyeci lead vocalleri yapmış benim kulağıma biraz yabancı geldi. Ben bu şarkının sound ına uygun olarak Joe Williams ı istedim utanmazca. Gelmiş geçmiş en iyi rock vokalistlerinden biri olan bu adam ama bir türlü hakettiği üne kavuşamadı. Belki de kendisi bu kadar ünü istememiştir?Luke bir ara Bobby Kimball'ın uyuşturu problemi nedeniyle gruptan uzaklaşması sırasında Mr. Big vokalisti Eric Martin'i gruba vokalist olarak önermiş. Ancak rahmetli J.Porcaro -yanılmıyorsam- Joe Williams'ı seçmiştir. Grubun abisi olarak onun dediği olmuş tabiki. Zaten Eric Martin'inde olduğu bir Toto'yu bünyem kaldırmazdı.
Eric Martin den bahsederken aklıma neşeli ve sonsuz bir gitarist olan Paul Gilbert geldi. Acoustic Samurai albumunde bir Dancing Queen coverı var ki mutlaka dinlenmeli. Web sitesini de gezmek eğlenmek için yeterli olacaktır. Sitesini kendisi yapıyor, çocukluk yılları, 80li yıllarda ki moda anlayışı vb konularda kendisiyle zekice dalga geçiyor. Bir ara gidip bakmak lazım. Ben canım sıkıldıkça yeni bir şeyler var mı diye girip bakıyorum sitesine.
Yarın shafta gidecez doğum günüm vesilesiyle. Bir terslik olmazsa "B Planı"nı dinlicez. Ardından da "Acil Servis" var. Kafa götürürse ikisini de dinler eve öyle geliriz. Ama hiç de o modda değilim artık yarın belli olur ne olacağı.
Çok sıkılıyorum hep aynı şeyleri dinlemekten ancak yeni şeylere de tahammül edemiyorum. Herhalde yaşlanmak böyle bir şey. Yenilerden bir parça Maroon5 -funky gitarların hatırına- birazcık da Starsailor'a katlanabiliyorum. Hep böyle oluyor ama 2 parça dinledikten sonra hemen eskilerden bi şeyler koyup playliste öyle takılıyorum.

Perşembe, Mart 09, 2006

Bostancı da Maç İzledik

Murat Font denen çok yakın şahane arkadaşımın kendisinden beklenmeyen bir gayret göstererek bir etkinlik düzenleme misyonunu üstlenmesi ve bostancı ya maçtan 1 saat önce gidip bize yer kapması sayesinde Fenerbahçe-Galatasaray maçını güzelce izledik. Maç ile ilgili uzun uzadıya bir yorum yapamıcam ama kısaca Fenerbahçe'nin oyun stili nedeniyle bir deplasman galibiyeti aldığını düşünüyorum. Neyse işte yine yenildik Fener'e. Önümüzde ki maçlara bakacağız :)

Bu arada Bir Kez Daha isimli parçamızı söylemeyi başarmıştım. Onu dinledim tekrar ofiste ve aslında bir şey başarmadığım gerçeğiyle yüzleştim.

Ps: Fasıl için koyduğum resim hayvanlar gibi büyük olmuş ama uğraşıp küçültemeyecek kadar üşengeçim.

Salı, Mart 07, 2006

Şopar'ım Bağırırım


Hafta sonu mart ayının bir dünya arkadaşım ve benim için doğum günü dolu
olduğunu farkettim ve bu gerçekle yüzleşmeyi başaramadan "bu hafta sonu bir
yerlere gidelim be abi" şeklinde hitaplara maruz kaldım. Sonuç olarak
cumartesi gecesi nevizade de SANAT isimli bir yerin fasıl kısmına gittik.
Fasıl olayından hoşlanmama rağmen çingenelerin avaz avaz bağırıp şarkı
söylediklerini sanmaları ve para koparmadan tependen gitmemeleri yüzünden pek
de eğlendiğimi söyleyemeyeceğim. Arkadaşlarımla bir aradayım ama böyle
takıntılı bir adam olduğum için eğlenemiyorum işte. Freddie Mercury'nin
wembley konserinde ağzından çıkan tükürük için "adam nasıl konsantre olmuş,
nasıl içten söylüyor" şeklinde bir yorum yaparken, şopar kemancının beyaz
ceket, siyah gömlek kırmızı kravattan oluşan sahne kostümü içerisinde şarkı
söylerken ağzından çıkan tükürükler beni sinirlendiriyor. Bu arada mekanda ki
hatunlara pis pis bakan sonra birbirlerine kaş göz işareti yapan klarnetçi
ile darbukatör arkadaşımız da beni bir hayli gerdi. Böyle bir gece yaşadık
işte bolca şarap ıvır zıvır meze bok büsür yedik gece boyunca. Ertesi gün
Font'a gittim. Şu ana kadar 4 parçamızı tamamen kaydetmeyi başardık ama
söyleme olayına gelince fıs çıkıyoruz. Neyse ben kafayı kırdım son olarak ben
dedim bu şarkıları söylicem dedim.(Söylicem yazarak bundan sonra Türkçeye
dikkat etmeyeceğimi ima ediyorum). Bob Dylan ve Duman'ın solistinin şarkı
söylediği bir dünya da bende şarkı söylerim dedim. Tabi ki sonrasında
mort'ladık. Şarkı söylemek sadece sözleri müziğe uygun bir şekilde ahenk
içinde söylemekten çok fazlasıymış. Telafuz ve kelimenin anlamını veren bir
vurguyla söylemek gerçekten bir sanatmış. Bu sözleri söylerek dünyadaki bütün
vokalistler bu işi beceriyor felan dediğimi sanmayalım. Çok az vokalist
hakikaten bu duyguyu veriyor. Mesela bu satırları yazarken SEAL dinliyorum.
Adam gerçekten hem söylüyor hem yaşıyor. Neyse ben 4 şarkıyı da söylemek için
gittiğim evden sadece bir tanesini copy/paste'in inanılmaz başarısı sayesinde
bir tanesini söylemeyi başararak çıktım. Gerçi şöyle bir durumda var. Ben
şarkıları B PLANI'nın biricik vokalisti sevgili arkadaşımız Göksenin'in
söylemesi için idareten söylemeye kalktım. Neyse şöyle bir gerçekle yüzleştik
sonunda; Font'la ben şarkılar için back vokal yapmaktan öteye gidemeyecek
birer zavallıyız :)
Neyse TOTO'nun yeni albümü çıktı bu arada. Hala edinemedim delirmek üzereyim.
Bulabildiğim tek şarkı David Paich'in hindistan'dayken yazdığı Falling in
Between. Tabi domestik melodilerimizden bıkmış bir insan olarak doğu
ezgilerine tahammülü olmayan benim için büyük bir hayal kırıklığı. Tabi ki
sound her zamanki gibi inanılmaz. Neyse albüm elime geçince, albüm hakkında
ki görüşlerimi vakit bulursam buraya yazarım.

Edit: Arkadaşlardan fasılda çektiğimiz fotoğraflar geldi. Bütün fotoları koyayım siteye dedim ama hepsinde alkolün de etkisiyle en adi çıkmışız. Bir tane ekledim ama bünyede alkol olduğu her haliyle belli.